Haftaya Bakış (258): Erdoğan İmralı heyetiyle buluşacak | Suriye'de tarihi anlaşma | İmamoğlu'nun kampanyası

14.03.2025 medyascope.tv

14 Mayıs 2025’de medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can Ankara'dan yayına bağlanıyor. Kendisiyle birlikte yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız.  Kemal merhaba
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Süreç birçok ayağıyla birlikte devam ediyor. En önemli gelişmelerden birisi biliyorsun, Erdoğan, çarşamba günü grup toplantısı çıkışında, bir gazetecinin sorusu üzerine İmralı heyetiyle görüşebileceğini söyledi. Daha sonra DEM Parti başvuru yaptı. Dün akşam da Sırrı Süreyya Önder, Meclisteki iftarda Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bu olayı hatırlatınca, Özel Kalem Müdürü’nün konuyu hallediyor olduğunu söyledi. Muhtemelen haftaya görüşürler diye tahmin ediyorum. Bu, başlı başına önemli bir gelişme bence. Seninle yaptığımız geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2025/03/07/imamoglu-kampanyayi-baslatti-video/ da bunu bayağı konuştuk. Erdoğan'ın tereddütleri, Bahçeli ile farkları. Daha önceki çözüm sürecinde herkesin ağzı yandı; Erdoğan'ın da HDP'lilerin de ağzın yandı. Şimdi yoğurdu üfleyerek yiyorlar. Anladığım kadarıyla gerek Öcalan'ın açıklaması gerek Kandil'in verdiği olumlu cevap, ardından, Suriye’de yaşanan mutabakattan sonra, Erdoğan, önemli badirelerin atlandığını düşünüyor. Ve artık o da topa giriyor, hatta daha net bir şekilde topa gireceğini düşünüyorum. Her halükârda İmralı heyetini kabul edecek olması, hele bir de bu Külliye’de olursa daha anlamlı olur. O fotoğraf bile başlı başına bir mutabakat ya da sembolik bir anlamı taşıyacak. İşin rengi biraz daha değişecek. Bu arada tabii Devlet Bahçeli'nin sağlık durumunun ne olacağını bilmiyoruz. Haftaya grup toplantısı yapar mı, tekrar çıkar mı, bunlar da belirsiz. Devlet Bahçeli'nin görünmediği bir ortamda Erdoğan'ın görünecek olma ihtimali de ayrıca bir ilginç durum. Katılır mısın bana, Erdoğan'ın tereddütlerinin azaldığı sonucunu çıkartmam çok mu kestirme?
Kemal Can: Böyle düşünmeyi haklı çıkartacak gerekçeler var, ama ben yine de bunda da bir ihtiyat payı bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ‘’tereddütleri kalktı’’ da diyebiliriz ya da artık geçilen eşikler, tereddütlü davranışı devam ettirmek için daha zor hâle geldi diye de düşünebiliriz. Kendi tereddütleri kalkmamış olsa bile o kadar çok belirleyici gelişme oldu ki, bütün bunlardan sonra hâlâ mesafeli, tereddütlü, hatta cesaret kırıcı… Mesela böyle bir şey sorulduğunda, “Hayır” demesi ya da cevap vermemesi gibi durumlar, “Artık istemiyor galiba” spekülasyonlarını çok arttıracak bir şey. Süreçle ilgili birtakım tereddütleri olsa bile sürecin tamamen karşısında pozisyon aldığı görüntüsünü de vermek istemez. Bu aşamada bu kadar çok önemli eşik geçilmişken, senin de demin saydığın gibi, önce, “Öcalan böyle bir çağırı yapar mı?” denildi, tereddütler bunun etrafında döndü. Sonra Öcalan bu çağrıyı yaptı. Sonra bütün yorumcular, “Peki, Kandil buna uyacak mı?” yorumu yaptılar. Ne oldu? Kandil, “Tamam buna uyacağız,” dedi. Sonra bu da yetmedi, yeni bir tartışma başladı: “Peki Suriye buna dâhil mi, PYD'yi kapsıyor mu?” Bu çağrı tartışmaları yaşanırken önümüze HTŞ ile SDG’nin imza töreninin resmi geldi. Şimdi bu kadar çok aşama, bu kadar çok eşik, bu kadar çok kritik soru, en azından ‘Olur mu olmaz mı’ açısından cevaplanmışken, Erdoğan'ın kafasında hâlâ birtakım tereddütler varsa bile, burada fazla ayak diremesi, artık bu daha önce de olan, “Acaba iktidar içerisinde farklı sesler mi var, farklı ajandalar mı işliyor?” tartışmalarını tetikleyecek ve açıkçası sürece değil ama başta Erdoğan'a zarar verecek bir hâle gelmiş olur. O yüzden evet, senin düşündüğün gibi yorumlanabilir, ama tek yorum biçimi de bu değil. Tamam demesinin tek nedeni de açıkçası tereddütlerinin giderilmiş olması olmayabilir. Tam tersine tereddütleri bakidir, ama şu anda sürecin tamamen dışında kalması da çok uygun değildir. Zaten olayı biraz lütuf havasına da hafif sokmuş durumda. ‘’Özel kalem müdürü ayarlıyor, tabii, neden olmasın’’ havasında. Ama şu anda ne tarihlenmiş bir şey var ne de yeri ve biçimi konusunda bir şey. Cumhurbaşkanı olarak mı görüşecek, AKP Genel Başkanı olarak mı görüşecek? Çünkü daha önce başka siyasi temasları böyle yaptı. Mesela Özgür Özel'le temasını. Dolayısıyla onu da henüz bilmiyoruz.
İkinci bir nokta, Erdoğan'ın devreye girmesini hem Bahçeli hem DEM Parti yetkilileri hem de genel olarak sürece pozitif bakanlar önemli görüyorlardı ve Erdoğan'ın bir an önce devreye giriyor olmasının yahut böyle bir görüntünün oluşmasının süreci hızlandıracağını ya da canlandıracağını düşünüyorlardı. Senin dediğin gibi önümüzdeki hafta mı, daha sonraki bir zamanda mı bilmiyorum, ama Erdoğan şu ya da bu biçimde bir görüşme gerçekleştirecek. En azından bunu biliyoruz. Ama Erdoğan'ın hem devreye girmesi hem de bu görüşmenin yapılacak olması sürecin hızlanacağının delili sayılır mı ondan çok emin değilim. Çünkü bazı eşikler şaşırtıcı bir hızla geçildi. Bu şaşırtıcı hızla geçişin yarattığı yeni tereddütler ve yeni komplikasyonlar olma ihtimali var. Dolayısıyla, Erdoğan'ın devreye girmesinin otomatik olarak sürecin doğrusal ilerleyişini hızlandıracağı tespitinde de biraz erken davranmamak gerektiğini düşünüyorum. Sen o tarafıyla sormadın ama ikinci bir yönü olarak o tarafına da dikkat çekmiş olayım. Çünkü Erdoğan dâhil olunca herkes sanki şöyle gibi algılıyordu:  Erdoğan dâhil olduğunda, Erdoğan da ‘tamam’ dediğinde artık o dip notlara sıkışmış olan adımlar veya sürecin takvimi ya da yol haritası gibi bir şeyin daha somut konuşulmaya başlanacağı varsayılıyordu. Ben ondan o kadar emin değilim. Bu görüşmenin bir hızlanma alameti sayılıp sayılmayacağını, görüşmenin gerçekleşme biçimi ve onun sonrasında yapılacak açıklamalarla daha net görebileceğiz diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Cuma günü Diyarbakır'da Nevroz kutlanacak. Ben de bir aksilik olmasa olmazsa orada olacağım ve muhtemelen Haftaya Bakış’ı ben Diyarbakır'dan, sen İstanbul'dan yapacağız. Şöyle bir düşüncem var. Öcalan’ın yaptığı 27 Şubat açıklaması, daha çok Türk kamuoyuna, onların endişelerini azaltmaya yönelikti. Nevroz’da herhalde bir Öcalan mesajı okunacak, öyle olması bekleniyor. Orada daha Kürtlere hitaben bir şeyler söyleyeceğini düşünüyorum. Bu arada çok önemli bir gelişme oldu. O gelişme de Suriye'de yaşandı. Sen de, “Önce Kandil ne der, sonra Suriye ne der?” diyorsun ya. “Suriye işin içinde mi?” denildi, işin içindeymiş gibi oldu. Mesela bugün Cemil Bayık'ın açıklaması var. O çok memnun anlaşmadan. Anladığım kadarıyla genel olarak Kürtler memnun. Silah bırakacak mı, ne olacak, YPG ne olacak meselesi konusunda kafalar karışık. Daha henüz erken Suriye'de ama böyle bir şey var. Biliyorsun, ilk günden PYD, YPG yok denilmişti. Sırrı Süreyya Önder var dedi, Tülay Hatimoğulları ve başkaları yok dediler. Abdulkadir Selvi, “Yok, YPG yanaşmıyor,” diye yazılar yazdı ve pat diye bu anlaşma çıktı.
Şimdi de ‘’Ankara anlaşmadan haberdar mıydı? Anlaşmayı Amerika ve Batılı ülkeler kotarmış, Ankara da mecbur kalmış’’ gibi şeyler söylendi. Ama biliyorsun, Erdoğan ertesi gün anlaşmaya sahip çıktı, hiçbir soru işareti falan koymadı. Bu arada hemen Şam’a bir heyet gitti. Biraz karışık. Devletin Öcalan'la Suriye'yi konuşup, “Bu bizi ilgilendirmiyor, sizi de ilgilendirmiyor” diyecek hâli yok. Hele bir de Özgür Özel'in dediği gibi bu bir yıldır falan süren bir şeyse. Eminim ki Öcalan'la, onun Suriye hakkındaki perspektifi konuşulmuştur. Zaten Mazlum Abdi de Öcalan’dan kendisine mesaj geldiğini söyledi, onlar da biliyor. Ve Cemil Bayık'ın açıklamasından da görüyoruz ki aslında onların da şu anda istediği bir sonuç ya da en azından başlama noktası, mutabakat. Çünkü zorlu bir süreç yaşanacak Suriye'de, onu biliyoruz. Ama burada Ankara da itiraz etmiyor, Kandil de itiraz etmiyor. Muhtemelen İmralı da itiraz etmeyecek. Bunun yarattığı hava Türkiye'yi de etkileyecek. Hem Ankara'yı, hem de Kürtleri etkileyecek. Böyle ilginç bir yere doğru seyrediyoruz. Olayın Suriye ile ilgili bir diğer boyutu da tam Alevi katliamının olduğu zamana denk gelmesi. Ahmet eş-Şara yönetimi hem içeride, hem de uluslararası camiada bayağı zorlandı ve Kürtlerle anlaşma yapmış olması, bir anlamda Ahmet eş-Şara'nın elini kuvvetlendirdi. Ama öte yandan şunu da biliyorum ki o açıklamalar yapıldı; özellikle YPG ya da PYD kanalından yapıldı. Mutabakatın öncesinde Kürtlerin, Alevilerle, Dürzîlerle, Hıristiyanlarla görüştüğü, onlarla bilgi alışverişinde oldukları söylendi. Sonuçta Kürtlerin bir şekilde Şam’la yakınlaşıyor olması aslında diğer azınlık gruplar için de bir tür garanti gibi olacak. Mesela Alevilerin şimdiden “SDG gelsin, bizi korusun” dedikleri söyleniyor. Çok ilginç bir olay yaşanıyor Suriye'de. Şu hâliyle sorunsuz bir şekilde oradaki mutabakat hayata geçirilirse herkesin kazanacağı bir formüle doğru gidebilir. Tabii bu iyi yönü. Çünkü biliyoruz ki orada sırf Alevi oldukları için katletmiş insanlar var ve Şam yönetimi de bunlara çok açık bir şekilde tavır almadı. Onun da ötesinde, Ankara da Suriye'de bir Alevi katliamı olduğunu telaffuz etmedi. Böyle bir durum da var. Çok aktörün, çok sorunun olduğu, Suriye meselesi olunca ABD'nin ve diğer ülkelerin de bir şekilde dâhil olduğu ilginç bir durum var. Öte yandan, güneyde İsrail çok açık bir şekilde olayın içinde. Böyle karışık bir durum var, ama şu anda sanki pozitifmiş gibi duruyor. Fakat kırılgan bir süreç. 
Kemal Can: Şimdi sondan, Alevi katliamı hadisesinden başlayayım. Bir kere Türkiye resmi olarak böyle bir pozisyon almadı. Genel olarak Türkiye kamuoyunda da bunu dile getirenler olmakla birlikte, bu, güçlü bir kampanya hâline dönüşmedi. Aleviler çeşitli yerlerde gösteriler yapıyorlar, seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Ama dünya medyasında ve uluslararası aktörler nezdinde de, meseleye, ortaya çıkan durumun vahametiyle aynı ölçüde orantılı bir reaksiyon verildiğini görmüyoruz. Hatta hafiften, “Tamam bir gözümüzün kenarıyla bakıyoruz,” deyip çok da büyütmeden geçiştirmeye çalışan bir tutum var. Alevi katliamı, bir süre önce yaşanmış, geçmiş ve tekrar olmasından endişe edilen bir tehlike gibi değil, şu anda fiilen devam etmekte olan bir durum. Böyle bir konjonktürde, böyle bir zamanlamayla, HTŞ ve SDG arasında bu anlaşmanın imzalanması ve anlaşmanın içerisine Şam yönetiminin ve resmi olarak aslında Türkiye'nin de iddiası olan ‘’Baas rejimi artıklarının provokasyonları sonucu çıkmış birtakım asayiş problemleri’’ gibi tarif edilen şeyle birlikte mücadele gibi bir maddenin de eklenmiş olması, tartışmalara neden oldu. Ama senin söylediğin gibi, bu anlaşma, mutabakat ya da bu çerçeve metnin baş tarafında Suriye'nin çoğulculuğa saygı gösteren bir yönetim tarzında olacağı imasını biçimleyen bir maddenin bulunması ve özel olarak Kürtlerin, kurucu unsur olarak bir statü ya da bir eşitlik talebinin anayasal karşılığını bulabileceği konusundaki bir vaadin bulunması, elbette Suriye'de bulunan diğer gruplar açısından da en azından sembolik bir anlam taşıyor. Ve büyük ölçüde de SDG ve ona daha yakın bakan çeşitli Kürt yorumcular, bu konunun altını çizerek, ‘’SDG’nin bu anlaşma sayesinde sağladığı başarıdan herkesin faydalanacağı ve dolayısıyla Alevi katliamları açısından da durdurucu bir etki yaratacağı’’ iddiasını ortaya attılar. Henüz bunun fiziken bir karşılığını görmedik.
Ayrıca senin söylediğin gibi, Kürtlerin bu gruplar için bir güvence, fiili bir güvence hâline gelebilmesi ise çok daha zorlu bir şey. Fiziki engeller var. Çünkü hakikaten SDG’nin kıyı bölgesindeki Alevileri bir silahlı güç olarak korumaya kalkması, Suriye'yi, kendi kontrolünde olmayan, HTŞ kontrolündeki bölgeyi geçerek böyle bir asayiş görevini üstlenmesi ya da tersine aşağıya inerek İsrail'in daha çok kontrol alanındaki Dürzîlere böyle bir yardım ulaştırması, şu andaki alan resminde pek mümkün değil. Ama teorik olarak, bizim de içinde bulunacağımız ve HTŞ tarafından, yani Ahmet eş-Şara tarafından kabul edilen temel prensiplerin bütün azınlık grupları için bir güvence teşkil ettiği iddiasının sembolik bir kıymeti var. Fakat bunun alanda nasıl realize olacağını henüz bilmiyoruz.
Bu anlaşma meselesine dönersek, şöyle bir durum var. Öcalan'ın çağrısında Suriye açıkça telaffuz edilmiyordu, ama belki yoruma açık bırakılan iki tane önemli nokta vardı. Bütün silahlı grupların silahlarını devretmesi, PKK'nın özel olarak feshi, ayrıca Kürt siyasi hareketinin devletle özdeşleşmesi ya da o mutabakatta olduğu gibi entegre olması. Bu, Suriye burada özel olarak zikredilsin ya da edilmesin, Öcalan'ın çizdiği genel perspektifi ortaya koyuyordu ve aslında bu mutabakatta hem yöntemi henüz belirsiz olmakla birlikte silahlı güçlerin entegrasyonunu hem de devletle bütünleşme anlamındaki bir programı onaylıyor. Dolayısıyla aslında Öcalan'ın çağrısı bunu ima etmiş olsun ya da olmasın, o çağrıyla gayet uyumlu bir tablo var. Diğer aktörler açısından da baktığımızda, senin söylediğin gibi, bu öyle bir zamanda gerçekleşti ki Türkiye'nin, Amerika'nın, İsrail'in, SDG’nin ve tabii ki Şam yönetiminin, pek çok açıdan sıkıştığı ve başka aktörlerle, saydığımız bu listedeki diğer aktörlerle tabir yerindeyse problem eşiğinde gezindiği bir döneme denk geldi. Herkes için çok sayıda açmaz ve herkesi zorlayan noktalar vardı.
Anlaşılan o ki, Amerika, zaten cebinde hazır etmiş olduğu bir planı herkesin bu zayıf anında herkese kabul ettirebilecek bir imkân yakaladı ve bunu realize etti. Hızlı olmasının nedenlerinden biri en azından bu. Sen de işaret ettin, bu Alevi katliamı meselesi yüzünden eş-Şara iki nedenle sıkıntılı bir pozisyondaydı. Bu katliamları durduramadığını itiraf etse, “Bizimle ilgisi yok, başka unsurlar yapıyorlar. Biz de kontrol etmeye çalışıyoruz” bahanesini çok güçlü biçimde söylemeye çalışsa, o zaman, ülkesinin asayişini yürütemeyen, pek çok silahlı grup üzerindeki etkisi zayıf ve bunun devamında da çok güven vermeyen bir aktör durumuna düşecek. Yok ‘’Biz yapıyoruz ve yapılması gerekli” dese, bu sefer diğer azınlık gruplarıyla ve belki bir vadeden sonra, -eğer bu konuyu çok abartırsa- uluslararası kamuoyunda da sıkıntıya girecekleri bir süreç. Dolayısıyla, tâbir yerindeyse aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık, zor yönetilir bir açmazın içindeyken, birdenbire gündemde pozisyonunu rahatlatan bir hamle yapmış oldu.
Türkiye açısından, zaten bir süredir, Rojava meselesini ya da Suriye'deki PYD yahut da SGD meselesini Şam üzerinden halletme konusunda bir genel tercih ortaya çıkmıştı. Türkiye en başta kendisi büyük ölçüde taraf olarak davranırken, biraz eş-Şara hükümeti üzerindeki etkisi ve onların Suriye'deki hâkimiyetini öncelediği için, bu meseleyi de kendi kırmızı çizgilerine uygun biçimde yürütme sorumluluğunu Şam yönetimine aktarmıştı. Dolayısıyla mutabakatın kendi üzerinden değil Şam üzerinden gitmesi, Türkiye'nin de elini rahatlattı. Ayrıca bu rahatlatma, Türkiye'yi, Amerika'nın ve İsrail'in tazyikini de Türkiye'nin üzerine çekmekten korumuş oldu. Öbür taraftan baktığımızda, SDG pek çok açıdan, henüz biçimi, birtakım ayrıntıları belirsiz olsa bile, kazanımlarının önemli bir kısmını koruyabilme ihtimalini güçlendirdi. Buna karşılık hem Şam’la hem de Türkiye ile çok sıcak ve aktif bir çatışma alanının biraz daha dışına çıkıp, sadece Amerikalıların bulunmasına güvenerek devam etme zorluğundan biraz uzağa gitmiş oldu.
Dolayısıyla senin söylediğin gibi, aslında herkes için optimum olmasa bile yeterli fayda üreten bir mutabakat ortaya çıktı ve herkes bunu kendi penceresinden bir başarı olarak pazarlayabiliyor. Şu andaki tablo bu. Ama sürecin devamında, ayrıntıları biraz netleşince pürüzler çıkacağını daha şimdiden görüyoruz. Mesela SDG hemen bugün, daha önce eş-Şara’nın açıkladığı anayasa konusundaki deklarasyona temelden itirazı olduğunu ve onun değişmesi gerektiğini söyledi. Bu önemli bir şey. Çünkü mutabakatta anayasa düzenlemesine de bir referans var zaten. Dolayısıyla bu önemli bir gelişme. Diğer taraftan, senin işaret ettiğin Cemil Bayık'ın açıklaması. Ama Cemil Bayık ve başka sözcüler de o açıklamada ve başka açıklamalarda, hâlâ Rojava bölgesinde bazı sıcak çatışma alanlarında bazı hareketlilikler olduğunu gösteriyor bize. Fehim Taştekin'in son video yayınında da vardı. Dolayısıyla pürüzler tamamen bitmiş değil, ama şu anda herkesin bir süreliğine rahatlayabileceği ve en azından kendi tarafına bir başarı olarak pazarlayabileceği bir zemin var. Hatırlarsan, Türkiye’de iktidar medyası ilk anda, ‘’teslim oldular’’ havasında, tıpkı Öcalan’ın çağrısının Suriye'de sanki birebir bir fesihle sonuçlanmış olduğu varsayımıyla, biraz fazla ve erken çıkış yaptılar. Sonra biraz ihtiyatlı o iyimserlik, “Sürece bakalım” ile dengelendi. Ama senin de söylediğin gibi, resmi tavır, bunun bir problem olmadığını, kendileri açısından uygun bir durum olduğu teyit ediyor. En azından, en resmi ağızdan, en üst makamdan bu böyle söylenmiş durumda. Bir yandan da bu mutabakatın, Amerikalıların kalma, kalmama sürecini ya da kararını da etkileyecek tarafları var. Bu mutabakatın sonuçları her iki anlamda da ihtimali güçlendiren argümanlarda kullanılabilir. Ama eş-Şara olsun, Türkiye olsun, SDG olsun, oradaki pek çok aktör, giderek artık yumurtaları tek sepette tutarak ilerlemenin daha zor olduğunun farkındalar. Bu, bir yumuşama ve iyimserliğe yorumlanabilecek bir sürecin kapısını da açabilir, pürüzlerin galebe çalması durumunda yeni krizlerin patlamasına da zemin olabilir.

Ruşen Çakır: Milliyet gazetesi bir haber yapmış, ona bakıyorum. Yıllardır Milliyet gazetesinin internet sitesine girmediğimi fark ettim. Çok acayip bir siteyle karşılaştım. Bir dönem Milliyet’te çalışmışlığım da var biliyorsun. Habere göre yeniden bir âkil insanlar heyeti çıkıyormuş. Ama Milliyet’te bulamadım, aktarandan buluyorum. Oral Çalışlar, Ufuk Uras, Avni Özgürel, Yılmaz Bingöl, Muhsin Kızılkaya, Mazhar Bağlı gibi isimler olacakmış. Süreç hakkındaki pozitif yaklaşımımı değiştirebilecek bir haber olabilir yani.
Kemal Can: Yalnız ben sana söyleyeyim, bu konuda böyle şeylere yol verilebilir, ama ben önceki çözüm süreci gibi böyle ikna süreçlerine çok ihtiyaç duyan ya da bunları çok önemseyen bir işleyiş görmüyorum. Bu sürecin işleyişinde öyle kimsenin kimseyi ikna etmeye uğraştığı yok. Öyle bir şeyi lüzumlu gören de yok.

Ruşen Çakır: Kendileri durumdan vazife çıkartmış olabilirler.
Kemal Can: Olabilir. Birileri böyle bir öneri getirirse kimse ‘’yapmayın’’ demez de, her şeyin ona bindirileceği bir şey olduğunu sanmıyorum.

Ruşen Çakır: Evet. Kemal, Ekrem İmamoğlu olayıyla bitirelim. Abdulkadir Selvi bugünkü yazısında https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/imamoglunun-diplomasinda-yeni-gelisme-42727910 ‘’İmamoğlu’nun diplomasının bugün ya da Pazartesi iptal edilmesi bekleniyor” diye yazmış. Herkes de ona odaklandı tabii. Şu ana kadar böyle bir şey çıkmadı. Ama anlaşıldığı kadarıyla İstanbul Üniversitesi abluka altına alınmış durumda. İstifalar var, ayak direyenler var herhalde. Bu arada Ekrem İmamoğlu da ön seçim için ülke turlarını sürdürüyor. Pazar günü Diyarbakır'da olacak, o önemli. Ama bu arada Ankara'da partililerle yapacağı toplantıya Mansur Yavaş’ın katılmayacağı anlaşıldı. Mansur Yavaş eski basın danışmanına söylemiş, o da Habertürk'te açıklamış galiba. Yavaş, “Ben kimsenin yedeği değilim” demiş. Fakat yine de tabii ki Ekrem İmamoğlu hakkında saygı ve sevgi sözcükleri söylemiş, ancak oraya katılmayacağını, mesaj yollayacağını belirtmiş. Bir yanda, hâlâ Ekrem İmamoğlu’nun iktidar tarafından aday yapılmama hususu, bir yanda Mansur Yavaş'ın hâlâ kendisini potansiyel bir aday olarak siyasi gündemiyle bir yerde tutması, bir diğer yanda da Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı konuşmalar var. Ne kadar takip ediyorsun bilmiyorum, ama İmamoğlu özetle Erdoğan'a, “Çık karşıma” diyor. Birçok şey söylüyor da, en çok vurguladığı husus bu. Erdoğan'ın, yargıyı kullanmadan doğrudan kendisiyle yarışmasını istiyor, ama anladığım kadarıyla Erdoğan onu karşısında aday olarak çıkartmamak için birçok şey yapıyor. Sonuçta neye varır kestirmek mümkün değil. Yani böyle bir süreçte ilerliyoruz.
Kemal Can: Senin geçen hafta Hatem Ete’yle yaptığın bir program https://medyascope.tv/2025/03/05/chp-sorusturma-yagmurundan-nasil-etkileniyor-video/ vardı. Sonra başka araştırma sonuçları da çıktı. Ankara'da temas ettiğim birkaç kişiden de öyle bilgiler edindim. Anlaşılan o ki, bu iktidarın ve özellikle Erdoğan'ın neredeyse bizzat yürüttüğü anti-İmamoğlu kampanyası, iktidarın oy desteğine bir fayda getirmediği gibi, muhalefetin oylarının çeşitli araştırmalarda farklı oranlarda artışına neden oluyor. Politik hamle olarak baktığımızda, kamuoyunda yarattığı ya da seçmen kararlarındaki etkisi itibariyle, hukuk sınırlarını aşmak, artık mantık sınırlarını zorlayan abluka, kumpas, taarruz, çoğu yargı eliyle yürütülen bu hamlelerin politik getirisinin çok tartışmalı olduğunu gösteriyor.
Geçen hafta seninle bunun üzerine de konuşmuştuk. Ben bu konuda biliyorsun şöyle düşünüyorum: Burada zaten bu hamleleri yaparak İmamoğlu’nu gözden düşürmek ve onun oylarını kendisine kazanmak gibi bir beklentiyle hareket edildiği kanaatinde değilim. Çünkü bu, en azından bu kadar senelik siyasi deneyimi olan aktörlerin göremeyeceği bir şey değil. Bunun oy karşılığının, iktidar aleyhine, İmamoğlu lehine olduğunu gayet iyi biliyor olmaları lazım. Peki, buna rağmen neden bu işlere tevessül ediyorlar? Salon vermemekten, artık ucu kaçırılmış soruşturma sağanağına, en son diploma krizinden, CHP'li belediyelere soruşturma açılması. Bugün yine tutuklamalar oldu galiba. PKK bitti, bu sefer DHKP-C üzerinden soruşturma ve tutuklama talepleri. En son gelişmeyi takip etmedim ama şu saat itibariyle belki de tutuklamalar oldu.  Bütün bunlar üst üste konulunca, ‘’bunları neden yapıyorlar?’’ sorusunun cevabını “Çaresizlik, ne yapsınlar? Yenileceklerini anlayınca panikle bunları yapıyorlar” diye yorumlamak mümkün. Ama bu kadar uzun süren bir panik hâli bana çok gerçekçi gelmiyor. Bunun, siyasi olmasa bile anti-siyaset anlamında bir karşılığı var. Çünkü seçmenin kafasında seçim ve siyasetin kendi doğası içerisinde ve siyasi alanda çözülmeyeceği, bunun başka bir düzlemde yürütüldüğü fikrini canlı tuttuğunuzda hem siyasete, hem siyasetçiye, hem muhtemel beklentilere ve sonuca güveni sarsmış oluyorsunuz. Ve sürekli kafada, ‘’Acaba İmamoğlu’nu aday yaparlar mı yapmazlar mı?’’ ‘’Acaba iktidar elindeki imkânlarla bu engeli kullanır mı kullanmaz mı?’’ sorularıyla devam eden bir havayı soluyoruz. Bu aslında siyasi bir zemini imkânsız kılan, siyaset dışı değerlendirmeleri öne çıkartan ya da kulis ve böyle varsayımlar üzerinden siyaset konuşulan yahut da siyaset olduğu zannedilen bir şeyin konuşulduğu bir zemin yaratıyor. Evet, bu, iktidara oy olarak yansımıyor. Ama bir yandan da muhalefetin bütün bunlardan kopup kendi kampanyasıyla iddia ettiği gibi, “Gümbür gümbür bu ülkeyi erken seçime götürüyoruz, bu hükümeti de yerinden edeceğiz” dalgasını yaratmasını engelliyor. İktidar cephesinde bir anlamda zarardan kâr etmeye çalıştıkları bir şey yapıyorlar.
Fakat ben burada hâlâ zamana oynadıkları kanaatindeyim. Suriye gibi bölgesel yakın çevredeki belirsizlikler, Amerika-Avrupa hattındaki mesele, Rusya ve Ukrayna krizinde yeni oluşabilecek gelişmeler gibi pek çok faktörü kendi lehine avantajlı bir hikâyeye dönüştürme ihtimalini bekleyen, bunun hazırlığını yapan ve buna göre pozisyonlanan bir iktidar görüyorum ben.  Ekonomideki beklentilerle ilgili “2025 sonu itibariyle Şimşek programından biraz sonuç alırlar, 2026’da da o havayla erken seçime giderler” yorumları yapanlar vardı. Şimşek programının sonuç alma iyimserliğinin pek doğru olmadığı görüldü, çünkü veriler öyle göstermiyor. Ama diğer alanlarda, özellikle Avrupa’yla ilişkiler bağlamında, farkındaysan Türkiye, Erdoğan neredeyse fol yok yumurta yokken, tekrar bir Avrupa Birliği denklemi üretmeye çalışıyor. Hem Avrupa'nın birtakım mecburiyetlerine, hem Türkiye'nin hedeflerine ilişkin sürekli bir Avrupa Birliği göndermesi yapıyor. Çünkü aslında AKP'yi iktidar yapan ana dinamik Avrupa Birliği. AKP 2002'de en önemli argüman olarak, hem uluslararası alanda hem de içeride Avrupa Birliği hedefine yürüyebilecek en elverişli aktör görüntüsü yarattığı için sonuç almıştı. Benzer bir havayı, üstelik de bu sefer bölgesel imkânları biraz daha gelişmiş olarak kullanabileceğini düşündüğünü sanıyorum.
Biliyorsun zaten 23 Mart’ta ön seçim yapılıyor. Birkaç haftadır bu konuları sürekli konuşuyoruz ve konuştuğumuzda da genellikle bazı izleyicilerden yine ‘’muhalefeti eleştirdiniz’’ diye reaksiyon alıyoruz. Ama aslında bu bir eleştiri değil de şu: Bir an önce, bu iktidarın İmamoğlu şahsında yarattığı türbülanstan kendisini kopartarak hızla yolunda yürümeye ve o kendi dalgasını üretmeye yoğunlaşması gerekiyor. Ama bu yargı hamleleriyle ve gerçekten fiili olarak bazılarında sadece söylentisiyle idare etmek değil, birtakım hamleler yapmak da söz konusu olursa, yeni bir durumla da karşı karşıya kalabiliriz tabii.

Ruşen Çakır: Sen demin yeni bir operasyon var dedin ya. Ona baktım. Otuz dört kişi gözaltına alınmıştı. 26'sı hakkında tutuklanma isteniyor. Bunlardan birisi de Sarıyer'in eski Belediye Başkanı Şükrü Genç. Şükrü Genç'i iyi tanırım. Çünkü biliyorsun, biz Maslak’tayız ve CHP'den, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu stüdyomuza geldiği zaman muhakkak o da yanında gelirdi ve son seçimde de bağımsız aday oldu. Tutuklama talep etmişler. Tutuklanacağını sanmıyorum ve ummuyorum. Emniyet ifadesine de baktım, zaten suçlamaları reddetmiş. Son olarak, şimdi adını vermeyeyim, bir haber sitesi, “PKK çözümden yan çizdi” diyor. Kemal, Cemil Bayık'ın açıklamasını sen de okudun, değil mi?
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: O açıklamadan böyle bir şey çıkıyor mu?
Kemal Can: Hayır, Bunu daha da ileri götürüp Öcalan'ın çağrısını aslında bir sürekliliğin içerisine oturtuyor Cemil Bayık.

Ruşen Çakır: Oradaki kongrenin sağlanması, kongrenin yapılması için güvenlik sağlanması konusu var ya, onu yan çizme olarak değerlendirmişler. Ne diyeceğimi bilemiyorum. O kadar çok şey var ki. Arıza tabii ki çıkacak, ama mesela bu arıza değil. Ben okudum bunu. Bir şerh düşüyor Cemil Bayık herhalde. Arıza muhakkak çıkacak. Fakat her şeye böyle bir, ‘bilmem ne, şurada şu var, burada bu var’ yaklaşımı. Ama tekrar söyleyeyim, bu âkil oldukları söylenen kişiler sokağa çıkarlarsa ben o sokağa çıkmam. Hele orada bir tane Prof. unvanlı birisi var, adı lazım değil, sonra dava falan açar, papaz olmayalım. Evet, Kemal Haftaya Bakış’a noktayı koyalım. Haftaya sen burada olacaksın, ben Diyarbakır'da olacağım, öyle gözüküyor. Bakalım neler olacak? Nevroz önemli olacak. Ama bu arada pazar günü Ekrem İmamoğlu Diyarbakır’a gidecek. Orada ne söyleyeceği de ayrıca önemli olacak diyelim ve noktayı koyalım. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. Haftaya buluşmak üzere. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.03.2025 Erdoğan’ın on yanlış hesabı ve bundan sonrası için beş tespit
16.03.2025 İmamoğlu’nun diploması silahı siyasi iktidarın elinde patlayabilir
16.03.2025 Kürtler’den çok Kürt milliyetçisi, Apo’dan çok Apocu olanlar var
14.03.2025 Haftaya Bakış (258): Erdoğan İmralı heyetiyle buluşacak | Suriye'de tarihi anlaşma | İmamoğlu'nun kampanyası
10.03.2025 Bir Mozaik Olarak Türkiye son bölüm: Bu topraklarda bir arada yaşamanın tarihi | Cemal Kafadar anlattı
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
07.03.2025 Haftaya Bakış (257): Yeni Çözüm Süreci | Gözler Kandil'de | İmamoğlu kampanyayı başlattı
06.03.2025 Esas amaç Erdoğan’ı yeniden seçtirmek mi?
06.03.2025 Bir mozaik olarak Türkiye (56): Prof. Ali Yaycıoğlu ile Türkiye’de Türkler
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
24.03.2025 Erdoğan’ın on yanlış hesabı ve bundan sonrası için beş tespit
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı